Karasi Beyliğinin İlhâkı
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
Karasi Beyliğinin İlhâkı
Karasi Beyliğinin İlhâkı
1340 yılına kadar Bizans topraklarında fetih hareketlerine girişip sınırlarını genişleten Osmanlı Devleti , fethedilen yerlere doğudan gelen Türkleri yerleştiriyordu. Bununla beraber Bizans topraklarında genişlemekte olan bir Türk devleti için bu kafi değildi. Çünkü Anadolu'da bulunan diğer beyliklerin sınırları, Osmanlıların doğrudan doğruya bütün Bizans çevirmesine imkân vermiyordu. Bu sebeple Karesi Beyliği topraklarının alınması gerekiyordu. Bu, Bizanslılara karşı kazanılan zaferlerden daha önemliydi. Zira bu sayede Osmanlılar, Çanakkale'ye kadar gelerek, boğazın güney kıyılarını ellerinde bulunduracaklardı. Bu da ilk fırsatta Avrupa'ya geçme imkânını sağlayacaktı. Böylece Orhan Gazi, Bizans’ın taht kavgalarından istifade edecek ve hatta topraklarına akınlar düzenleyip işgal edebilecekti. Gerçekten de batıya doğru açılıp genişleyebilmek için sadece İstanbul Boğazına yaklaşmak kâfi değildi. Ayni şekilde Çanakkale Boğazı’na da yaklaşmak gerekiyordu. Zira sadece bir taraftan tutulan Marmara ile stratejik güç haline gelmek imkansızdı. Bu küçük iç deniz (Marmara) iki taraftan kıskaç içine alınmalıydı. Ancak bu sayede batıya geçilebilirdi. O dönemde batıda Karesi oğullan vardı. Fakat bunlar, Çanakkale Boğazı’nın Asya yakasını elinde bulundurmanın stratejik nimetini takdir edebilecek deha ve imkâna sahip değillerdi. Bu arada Bizans da bütünüyle Güney Marmara'dan çekilmiş değildi. Osmanlılar ile Karesiler arasında Bizans'a ait bazı topraklar vardı. Osmanlılar, 741 (1342) tarihinde Ulubat, Mihaliç ve Kirmastı gibi yerleri Bizans'tan alıp feth etmek suretiyle, merkezi Balıkesir’de bulunan Karesioğullari Beyliği ile ayni hudutları paylaşır oldular. Bu sıralarda Karesi Beyliği’nde çıkan bir hadise, Orhan Bey'e Türklerle meskûn bulunan bu toprakların zaptında ilk fırsatı verdi. O zamana kadar Osmanlılar, sadece Bizans'la muharebe etmiş ve ülkelerini özellikle Bizans İmparatorlarından aldıkları yerlerle genişletmişlerdi. Ne Osman ne de oğlu Orhan, Küçük Asya'da bulunan diğer beylere karşı hastane bir teşebbüste bulunmamışlardı. Osmanlı kaynaklarına göre Karesi Beyi'nin ölümünden sonra yerine oğlu Demirhan geçmişti. Fakat kardeşi Dursun Bey, buna muhalefet ederek veya biraderi tarafından öldürülmekten korkarak Osmanlılara iltica etmişti. Beyliğin basına geçen Demirhan’ın fena ve kötü hareketlerinden dolayı Karesi ileri gelenleri (ümera), Hacı İlbeyi vasıtasıyla Orhan Bey'in sarayında bulunan Dursun Bey'i hükümdar olmak için teşvik ederler. O da Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi'ye Balıkesir, Aydıncık ve Bergama’yı verme teklifinde bulunur. Kendisi de Truva mıntıkasındaki Kızılca Tuzla ile Bayramiç gibi yerlerde hükümdarlığını sürdürecekti. Bu teklif ile Orhan Bey'i tahrik ve teşvik eden Dursun Bey, büyük bir ihtimalle 1345 yılında meydana gelen Karesi seferine Orhan Bey'le birlikte iştirak eder. Balıkesir üzerine yürüyen Orhan’ın gelişini haber alan Demirhan, Bergama kalesine sığınır. Bu arada Balıkesir ümerası basta Hacı İlbeyi olduğu halde Evrenos, Ece Halil ve Gazi Fazıl Bey'ler, Orhan Bey'i karşılarlar. Orhan Gazi, iki kardeşi barıştırmak için Dursun Bey'i Hacı İlbeyi ile beraber Bergama kalesine gönderir. Bunlar kale önüne gelip görüşmek isterler. Fakat kaleden atılan bir okla Dursun Bey maktul düşer. Bundan çok müteessir olan Orhan Gazi, Bergama'ya gelip kaleyi muhasara eder. Halkın ısrarına dayanamayan Karesi Bey'i kaleden çıkıp Orhan Gazi'ye teslim olmak zorunda kalır. Bundan sonra Bursa'ya getirilen Demirhan gelişinden iki sene sonra Yumrucuk (taun, veba) hastalığından vefat eder. Böylece Karesi Beyliği’ne ait olan Balıkesir, Manyas, Kapıdağ ve Edincik gibi şehirler Osmanlı toprağına ilhak olunur. Karesi Beyliği’nden birçok sahil bölgesinin Osmanlılara geçmesi ile Rumeli'ye geçiş kolaylaşır. Bu ilhakın Orhan Bey bakımından önemli bir yönü de bu beyliğe tabi değerli komutan ve emirlerin Osmanlı hizmetine girmiş olmalarıdır. Biraz önce isimlerinden bahs edilen ve Çanakkale boğazı ile çevresini çok iyi tanıyan bu değerli komutanlar sayesinde Rumeli fetihleri kolaylaşmıştı. Zira bunlar denizciliği de iyi biliyorlardı. Osmanlılar, Hacı İlbeyi, Ece Halil, Gazi Fazıl Bey ve Evrenos Bey gibi askerî ve idarî bakımından yönetici olacak durumdaki bu insanlardan istifade edip bilgilerinden yararlanmışlardır. Karesi Beyliği’nin ilhakından sonra uzun bir müddet önemli sayılabilecek bir fetih hareketine girişilmediği anlaşılmaktadır. Hammer bu sessizliğin sebebi ve bu konudaki yanlış değerlendirmeler hakkında aşağıdaki ifadelerle bir gerçeğe parmak basarak söyle der: "Karesi'nin fethinden sonra yirmi sene zarfında Osmanlı ülkesi yeni ve önemli bir fetih ile genişlemedi. Bununla beraber tarihçilerin buradaki derin sessizlikleri, Bizanslıların zannettiği gibi devamlı kayıpların ve bozgunlukların bir soncu değildir. Aksine, bu dinlenme çağında, Alaeddin (ulemadan)'in akıllıca görüşleri ile kurulan yeni ordunun tam ve disiplinli bir düzene sokulması, içerde güvenlik durumunun sarsılmaz şekilde sağlanması gibi isleri geliştirdi. Bu ifadelerin gerçek şahidi ise Karesi bölgesinin fethinden sonra inşasına başlanan câmi, medrese, imâret ve kervansaray gibi büyük binalardır. Nitekim Orhan’ın dindarlığı sebebiyle meydana gelen bu müesseseler, (beş sene önce ilk medrese ve imâretin tesis olunduğu) İznik’teki müesseselerle kısa zamanda rekabet edip boy ölçüşebilecek duruma geldiler." Îleride daha geniş bir şekilde ele alınacağı gibi Osmanlı Devleti 'nin ilk teşkilâtı, Orhan Gazi zamanında kurulmuştu. Bursa ve İznik’in zapt edilmesi, Osmanlı Beyliği’nin ilk devir tarihinde önemli hâdiseler olarak mütalaa edilebilir. Orhan Gazi Beyliği’nin hududları, artik devamlı olarak genişliyordu. Yeni müesseseler ile sağlam temellerin atılması bu siyasî varlığa ve birliğe bir hayatiyet sağlayacaktı. Zira bu beylik, yavaş yavaş eski aşiret usûl ve kaidelerinden ayrılmak zorunda idi. Ancak bu sayede modern bir devlet olma özelliğini kazanabilirdi. Bu sebeple devlet, idarî sahada adalet, askerî sahada da yeni bir sistem ve teşkilât meydana getirmek ihtiyacını hissetmeye başladı. Bu konularda ulema sınıfından gelmiş olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa kadısı Cendereli (Çandarlı) Kara Halil faaliyetlerde bulundular. Osmanlı Devleti 'nin mucizeli bir süratle yükseliş ve inkişafını bir yandan tarihî halet ve gerçeklerde, bir yandan da İslâmî prensiplerin adalet, insaf ve dinamizmine gösterilen sadakat ve saygıda aramak icaba eder. Onun için de, devletin kuruluş ve yükseliş hadisesini fikirden aksiyona çeviren ve kuvvetler birliğini vücuda getiren faaliyetin sırrını, bu faaliyete iştirak eden din, ilim, hukuk ve idare otoritelerinin kolektif idealizmi ile izah, isabetli bir inanış olsa gerekir. Orhan Gazi, Mevlânâ Sinan, Dursun Fakih, Davudi Kayserî ve Taceddin Kürdî gibi büyük âlimler; Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi gibi seçme yiğitler; Taptık Emre, Gülsehrî gibi mutasavvıf sairler; Abdal Musa, Abdal Murad, Doklu Baba, Geyikli Baba, Ahi Evren, Ahi Semseldin gibi ululara, çevresinde yer vermekle gerek devleti, gerek hükümdarlık makamını bir idealist üreticiler zümresine dayamış oluyordu. Gerçekten, seneler süren ve Osmanlıları bir hayli yoran cenklerden sonra orduyu, idareyi ve cemiyeti mayalayıp yoğuran manevî temsilcilerin fetih tarihindeki hikâyeleri, Aşıkpasazâde, Nesrî ve ibn-i Kemâl gibi kaynaklarda anlatılır. Biz bu uluların hizmet ve hikâyelerine örnek olması bakımından Aşıkpasazâde tarihindeki bir rivayeti nakl etmekle yetinmek istiyoruz. Olay, Âsikpasazâde'nin dilinden söyle ifade edilir: "Hele simdi görelim Orhan Gazi Bursa'da neyler: Devletle geldi imâret yaptı. Vilâyetin dervişlerini teftiş eylemeye başladı. İnegöl yöresinde Kesiş Daği (Uludağ)'Nil arasında bir nice derviş gelmişti. Anda makam tutmuşlardı. Bu dervişlerden biri ayrılır varır dağda gemiciklerle yürür ve ol Turgut Alp âni sever. Orhan Gazi'ye adam gönderdi kim benim köylerim yanında bir derviş daim ânin yanına gelir. Ânınla musahabem eder. Turgut Alp pir olmuştu (yaslanmıştı). Geldi mukim oldu. Hayli mübarek derviştir dedi. Orhan Gazi eydir: Acem kimin mürididir? eydir: Sorun kendinden der. Geldiler sordular. eydir: "Baba İlyas müridiyim" der. "Seyyid Ebu'l-Vefa tarikatındanım" dedi. Emr etti kim getirin dedi. Geldiler davet ettiler, gelmedi. derviş dahi haber gönderdi kim sakin gelmesin. Orhan Gazi'ye haber verdiler. Orhan Gazi yine haber gönderdi kim niçin gelmez. Veya beni niçin komaz anda varmaya. Cevaba verdi kim dervişler göz ehli olur. Gözetirler dahi vaktinde varırlar kim duaları makbul olur. Bir nice günden sonra bir kavak ağacını omzuna kodu. Doğru Bursa’nın hisarına geldi, padişahin hisarına (sarayına) girdi. Gördüler, Han'a haber verdiler. Ol derviş geldi bir ağaç dahi getirdi, kapıda dikiyor. Orhan Gazi çıktı gördü tamam dikmiş. Dahi sormadın, Han'a eydir teberrüzümüz oldukça dervişlerin duası makbuldür dedi. Hemandem dua etti, durmadı geri mekânına vardı. Kavak ağacı simdi dahi vardır (Aşıkpasazâde zamanı). Orhan Gazi dahi dervişin mekanına vardı. (Ey) derviş bu İnegöl nevahisi senin olsun dedi. derviş eydir: Mülk ve mal Hakk (Allah)'indir, ehline verir biz ânin ehli değiliz, der. Sordular: Ehli kimdir? Ayudtu: Hak Teâlâ dünya mülkünü sizin gibi Hanlara ısmarladı. Kulları birbirleri ile mesalihin görsün deyü. Orhan Gazi eydir: derviş! Nola benden su sözü kabul etsen. derviş eydir: Sol karşıki tepecikten bericiği dervişlerin havlıcığı olsun dedi. Orhan Gazi dahi bu sözü dua aldı yine mekânına gitti." Kendisiyle görüşmek isteyen hükümdardan köse bucak kaçan, ne onun yanına varmaya yanaşan, ne de onu kendi mekânına isteyen büyük istiğna, iç zenginliği, ezeli tokluk ve gönül saltanatı. Ne malda gözü var, ne mülke tamah düşürmüş. Gazi Hünkâr: "Sol İnegöl nevahisini al senin olsun" deyince "biz onun ehli değiliz" diyor. Beyin ısrarları karsısında ufku göstererek "Su tepecikten bericiği dervişlerin avlucuğu olsun" diyor. Sırtladığı fidanı hünkarın bahçesine dikmekle de, Allah’ın, mülk ve mali kendilerine ısmarladığı han ve hükümdarlara yardımcı ve destek olduğunu açıklamak istiyor. Âsikpasazâde sözlerine devamla söyle der: "Orhan Gazi o dervişin üzerine kubbe yaptı. yanında tekçe yaptı. Bir de Cuma mescidi yaptı. Şimdiki vakitte onarılıp beş vakitte padişahin ruhuna dua ederler. O zâviyeye "Geyikli Baba Tekkesi" derler." Devletin kuruluş hamurunda mayası bulunan tasavvuf erbabı ile Orhan Gazi'nin ilgi ve münasebetlerini anlatan Hammer, Orhan’ın bu konuda babasını örnek aldığını söyleyerek su şekilde fikrini beyan eder: Orhan, derviş Turum ile Kumral Abdal için tekke inşa eden babasına uyarak Geyikli Baba'ya uygun bir zâviye bina ettirdi. Pek çok ziyaretçisi bulunan bu zâviye, Uludağ’ın eteğinde ve şehrin doğu taraflarında idi. Adi geçen dağin yüksek bir yerinde ve Gökpınarı denilen yerde Doklu Baba’nın türbesi bulunur. şehrin kapılarında ve Uludağ’ın zirvesinden doğan Alışır Irmağı kenarında Horasan'da doğmuş olan derviş Abdal Murad'ın tekkesi, batıda ve Kaplıca yakınında Abdal Musa’nın tekke ve mezarı bulunmaktadır. Bu iki baba, Bursa muharebesinde iki Abdal veya iki aziz kişi ile Sultan Orhan'a refakat ederek, gerek duaları gerekse kerametleri ile neticenin kısa zamanda alınmasına vesile olmuşlardır. Bursa fatihi (Orhan Gazi), bu insanların civarlarında medyun bulundukları birçok zâviyenin insisiyle onlara karsı minnettarlığını ebedîleştirmiştir. Bu iki muttaki zatin (Geyikli ve Doklu Baba) isimleri, onların tabiat ve ahlâklarını çok güzel izah etmektedir. Bunlardan ilki geyiklerle birlikte yasadığı, diğerinin de sadece yoğurt yiyerek hayatini sürdürdüğünü göstermektedir. Rivayete göre Geyikli Baba muhasara ordusunun önünde elinde altmış okkalık bir kılıçla bir ceylana binmiş olarak hara etmiştir. Abdal Murad'ın, dört arşın uzunluğundaki ağaç kılıcından başka bir silahı olmadığı halde hayrete değer yiğitlikler gösterdiği de söylenir. Abdal Musa da pamuk ile ateş toplamıştır. Geyikli Baba Hoc’da doğmuş, Osman zamanında kerameti ile şöhret bulmuştu. Bu zat, daima tasavvufu vecd içinde yasar ve Uludağ’da ormanlar arasında geyiklerle birlikte günlerini geçirirmiş. Orhan çağırmadıkça oradan inmezmiş. Rivayete göre yine bir gün geyiğe binmiş ve omzunda bir çınar dalı bulunduğu halde sultanin sarayına gelir. Devletin bahtlılığına bir işaret ve belirti olmak üzere fidanı bahçeye diker. Osmanlı Devleti 'nin, bu ağaç gibi kök salarak dallarını uzaklara ulaştıracağını ve göklere kadar yükseleceğini söyler. Bu ve benzeri rivayetler, toplumun maşerî vicdanında bir karşılık (makas)bulmuş olacak ki, sosyal bir vak'a olarak günümüze kadar uzantısı devam etmektedir.
1340 yılına kadar Bizans topraklarında fetih hareketlerine girişip sınırlarını genişleten Osmanlı Devleti , fethedilen yerlere doğudan gelen Türkleri yerleştiriyordu. Bununla beraber Bizans topraklarında genişlemekte olan bir Türk devleti için bu kafi değildi. Çünkü Anadolu'da bulunan diğer beyliklerin sınırları, Osmanlıların doğrudan doğruya bütün Bizans çevirmesine imkân vermiyordu. Bu sebeple Karesi Beyliği topraklarının alınması gerekiyordu. Bu, Bizanslılara karşı kazanılan zaferlerden daha önemliydi. Zira bu sayede Osmanlılar, Çanakkale'ye kadar gelerek, boğazın güney kıyılarını ellerinde bulunduracaklardı. Bu da ilk fırsatta Avrupa'ya geçme imkânını sağlayacaktı. Böylece Orhan Gazi, Bizans’ın taht kavgalarından istifade edecek ve hatta topraklarına akınlar düzenleyip işgal edebilecekti. Gerçekten de batıya doğru açılıp genişleyebilmek için sadece İstanbul Boğazına yaklaşmak kâfi değildi. Ayni şekilde Çanakkale Boğazı’na da yaklaşmak gerekiyordu. Zira sadece bir taraftan tutulan Marmara ile stratejik güç haline gelmek imkansızdı. Bu küçük iç deniz (Marmara) iki taraftan kıskaç içine alınmalıydı. Ancak bu sayede batıya geçilebilirdi. O dönemde batıda Karesi oğullan vardı. Fakat bunlar, Çanakkale Boğazı’nın Asya yakasını elinde bulundurmanın stratejik nimetini takdir edebilecek deha ve imkâna sahip değillerdi. Bu arada Bizans da bütünüyle Güney Marmara'dan çekilmiş değildi. Osmanlılar ile Karesiler arasında Bizans'a ait bazı topraklar vardı. Osmanlılar, 741 (1342) tarihinde Ulubat, Mihaliç ve Kirmastı gibi yerleri Bizans'tan alıp feth etmek suretiyle, merkezi Balıkesir’de bulunan Karesioğullari Beyliği ile ayni hudutları paylaşır oldular. Bu sıralarda Karesi Beyliği’nde çıkan bir hadise, Orhan Bey'e Türklerle meskûn bulunan bu toprakların zaptında ilk fırsatı verdi. O zamana kadar Osmanlılar, sadece Bizans'la muharebe etmiş ve ülkelerini özellikle Bizans İmparatorlarından aldıkları yerlerle genişletmişlerdi. Ne Osman ne de oğlu Orhan, Küçük Asya'da bulunan diğer beylere karşı hastane bir teşebbüste bulunmamışlardı. Osmanlı kaynaklarına göre Karesi Beyi'nin ölümünden sonra yerine oğlu Demirhan geçmişti. Fakat kardeşi Dursun Bey, buna muhalefet ederek veya biraderi tarafından öldürülmekten korkarak Osmanlılara iltica etmişti. Beyliğin basına geçen Demirhan’ın fena ve kötü hareketlerinden dolayı Karesi ileri gelenleri (ümera), Hacı İlbeyi vasıtasıyla Orhan Bey'in sarayında bulunan Dursun Bey'i hükümdar olmak için teşvik ederler. O da Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi'ye Balıkesir, Aydıncık ve Bergama’yı verme teklifinde bulunur. Kendisi de Truva mıntıkasındaki Kızılca Tuzla ile Bayramiç gibi yerlerde hükümdarlığını sürdürecekti. Bu teklif ile Orhan Bey'i tahrik ve teşvik eden Dursun Bey, büyük bir ihtimalle 1345 yılında meydana gelen Karesi seferine Orhan Bey'le birlikte iştirak eder. Balıkesir üzerine yürüyen Orhan’ın gelişini haber alan Demirhan, Bergama kalesine sığınır. Bu arada Balıkesir ümerası basta Hacı İlbeyi olduğu halde Evrenos, Ece Halil ve Gazi Fazıl Bey'ler, Orhan Bey'i karşılarlar. Orhan Gazi, iki kardeşi barıştırmak için Dursun Bey'i Hacı İlbeyi ile beraber Bergama kalesine gönderir. Bunlar kale önüne gelip görüşmek isterler. Fakat kaleden atılan bir okla Dursun Bey maktul düşer. Bundan çok müteessir olan Orhan Gazi, Bergama'ya gelip kaleyi muhasara eder. Halkın ısrarına dayanamayan Karesi Bey'i kaleden çıkıp Orhan Gazi'ye teslim olmak zorunda kalır. Bundan sonra Bursa'ya getirilen Demirhan gelişinden iki sene sonra Yumrucuk (taun, veba) hastalığından vefat eder. Böylece Karesi Beyliği’ne ait olan Balıkesir, Manyas, Kapıdağ ve Edincik gibi şehirler Osmanlı toprağına ilhak olunur. Karesi Beyliği’nden birçok sahil bölgesinin Osmanlılara geçmesi ile Rumeli'ye geçiş kolaylaşır. Bu ilhakın Orhan Bey bakımından önemli bir yönü de bu beyliğe tabi değerli komutan ve emirlerin Osmanlı hizmetine girmiş olmalarıdır. Biraz önce isimlerinden bahs edilen ve Çanakkale boğazı ile çevresini çok iyi tanıyan bu değerli komutanlar sayesinde Rumeli fetihleri kolaylaşmıştı. Zira bunlar denizciliği de iyi biliyorlardı. Osmanlılar, Hacı İlbeyi, Ece Halil, Gazi Fazıl Bey ve Evrenos Bey gibi askerî ve idarî bakımından yönetici olacak durumdaki bu insanlardan istifade edip bilgilerinden yararlanmışlardır. Karesi Beyliği’nin ilhakından sonra uzun bir müddet önemli sayılabilecek bir fetih hareketine girişilmediği anlaşılmaktadır. Hammer bu sessizliğin sebebi ve bu konudaki yanlış değerlendirmeler hakkında aşağıdaki ifadelerle bir gerçeğe parmak basarak söyle der: "Karesi'nin fethinden sonra yirmi sene zarfında Osmanlı ülkesi yeni ve önemli bir fetih ile genişlemedi. Bununla beraber tarihçilerin buradaki derin sessizlikleri, Bizanslıların zannettiği gibi devamlı kayıpların ve bozgunlukların bir soncu değildir. Aksine, bu dinlenme çağında, Alaeddin (ulemadan)'in akıllıca görüşleri ile kurulan yeni ordunun tam ve disiplinli bir düzene sokulması, içerde güvenlik durumunun sarsılmaz şekilde sağlanması gibi isleri geliştirdi. Bu ifadelerin gerçek şahidi ise Karesi bölgesinin fethinden sonra inşasına başlanan câmi, medrese, imâret ve kervansaray gibi büyük binalardır. Nitekim Orhan’ın dindarlığı sebebiyle meydana gelen bu müesseseler, (beş sene önce ilk medrese ve imâretin tesis olunduğu) İznik’teki müesseselerle kısa zamanda rekabet edip boy ölçüşebilecek duruma geldiler." Îleride daha geniş bir şekilde ele alınacağı gibi Osmanlı Devleti 'nin ilk teşkilâtı, Orhan Gazi zamanında kurulmuştu. Bursa ve İznik’in zapt edilmesi, Osmanlı Beyliği’nin ilk devir tarihinde önemli hâdiseler olarak mütalaa edilebilir. Orhan Gazi Beyliği’nin hududları, artik devamlı olarak genişliyordu. Yeni müesseseler ile sağlam temellerin atılması bu siyasî varlığa ve birliğe bir hayatiyet sağlayacaktı. Zira bu beylik, yavaş yavaş eski aşiret usûl ve kaidelerinden ayrılmak zorunda idi. Ancak bu sayede modern bir devlet olma özelliğini kazanabilirdi. Bu sebeple devlet, idarî sahada adalet, askerî sahada da yeni bir sistem ve teşkilât meydana getirmek ihtiyacını hissetmeye başladı. Bu konularda ulema sınıfından gelmiş olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa kadısı Cendereli (Çandarlı) Kara Halil faaliyetlerde bulundular. Osmanlı Devleti 'nin mucizeli bir süratle yükseliş ve inkişafını bir yandan tarihî halet ve gerçeklerde, bir yandan da İslâmî prensiplerin adalet, insaf ve dinamizmine gösterilen sadakat ve saygıda aramak icaba eder. Onun için de, devletin kuruluş ve yükseliş hadisesini fikirden aksiyona çeviren ve kuvvetler birliğini vücuda getiren faaliyetin sırrını, bu faaliyete iştirak eden din, ilim, hukuk ve idare otoritelerinin kolektif idealizmi ile izah, isabetli bir inanış olsa gerekir. Orhan Gazi, Mevlânâ Sinan, Dursun Fakih, Davudi Kayserî ve Taceddin Kürdî gibi büyük âlimler; Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi gibi seçme yiğitler; Taptık Emre, Gülsehrî gibi mutasavvıf sairler; Abdal Musa, Abdal Murad, Doklu Baba, Geyikli Baba, Ahi Evren, Ahi Semseldin gibi ululara, çevresinde yer vermekle gerek devleti, gerek hükümdarlık makamını bir idealist üreticiler zümresine dayamış oluyordu. Gerçekten, seneler süren ve Osmanlıları bir hayli yoran cenklerden sonra orduyu, idareyi ve cemiyeti mayalayıp yoğuran manevî temsilcilerin fetih tarihindeki hikâyeleri, Aşıkpasazâde, Nesrî ve ibn-i Kemâl gibi kaynaklarda anlatılır. Biz bu uluların hizmet ve hikâyelerine örnek olması bakımından Aşıkpasazâde tarihindeki bir rivayeti nakl etmekle yetinmek istiyoruz. Olay, Âsikpasazâde'nin dilinden söyle ifade edilir: "Hele simdi görelim Orhan Gazi Bursa'da neyler: Devletle geldi imâret yaptı. Vilâyetin dervişlerini teftiş eylemeye başladı. İnegöl yöresinde Kesiş Daği (Uludağ)'Nil arasında bir nice derviş gelmişti. Anda makam tutmuşlardı. Bu dervişlerden biri ayrılır varır dağda gemiciklerle yürür ve ol Turgut Alp âni sever. Orhan Gazi'ye adam gönderdi kim benim köylerim yanında bir derviş daim ânin yanına gelir. Ânınla musahabem eder. Turgut Alp pir olmuştu (yaslanmıştı). Geldi mukim oldu. Hayli mübarek derviştir dedi. Orhan Gazi eydir: Acem kimin mürididir? eydir: Sorun kendinden der. Geldiler sordular. eydir: "Baba İlyas müridiyim" der. "Seyyid Ebu'l-Vefa tarikatındanım" dedi. Emr etti kim getirin dedi. Geldiler davet ettiler, gelmedi. derviş dahi haber gönderdi kim sakin gelmesin. Orhan Gazi'ye haber verdiler. Orhan Gazi yine haber gönderdi kim niçin gelmez. Veya beni niçin komaz anda varmaya. Cevaba verdi kim dervişler göz ehli olur. Gözetirler dahi vaktinde varırlar kim duaları makbul olur. Bir nice günden sonra bir kavak ağacını omzuna kodu. Doğru Bursa’nın hisarına geldi, padişahin hisarına (sarayına) girdi. Gördüler, Han'a haber verdiler. Ol derviş geldi bir ağaç dahi getirdi, kapıda dikiyor. Orhan Gazi çıktı gördü tamam dikmiş. Dahi sormadın, Han'a eydir teberrüzümüz oldukça dervişlerin duası makbuldür dedi. Hemandem dua etti, durmadı geri mekânına vardı. Kavak ağacı simdi dahi vardır (Aşıkpasazâde zamanı). Orhan Gazi dahi dervişin mekanına vardı. (Ey) derviş bu İnegöl nevahisi senin olsun dedi. derviş eydir: Mülk ve mal Hakk (Allah)'indir, ehline verir biz ânin ehli değiliz, der. Sordular: Ehli kimdir? Ayudtu: Hak Teâlâ dünya mülkünü sizin gibi Hanlara ısmarladı. Kulları birbirleri ile mesalihin görsün deyü. Orhan Gazi eydir: derviş! Nola benden su sözü kabul etsen. derviş eydir: Sol karşıki tepecikten bericiği dervişlerin havlıcığı olsun dedi. Orhan Gazi dahi bu sözü dua aldı yine mekânına gitti." Kendisiyle görüşmek isteyen hükümdardan köse bucak kaçan, ne onun yanına varmaya yanaşan, ne de onu kendi mekânına isteyen büyük istiğna, iç zenginliği, ezeli tokluk ve gönül saltanatı. Ne malda gözü var, ne mülke tamah düşürmüş. Gazi Hünkâr: "Sol İnegöl nevahisini al senin olsun" deyince "biz onun ehli değiliz" diyor. Beyin ısrarları karsısında ufku göstererek "Su tepecikten bericiği dervişlerin avlucuğu olsun" diyor. Sırtladığı fidanı hünkarın bahçesine dikmekle de, Allah’ın, mülk ve mali kendilerine ısmarladığı han ve hükümdarlara yardımcı ve destek olduğunu açıklamak istiyor. Âsikpasazâde sözlerine devamla söyle der: "Orhan Gazi o dervişin üzerine kubbe yaptı. yanında tekçe yaptı. Bir de Cuma mescidi yaptı. Şimdiki vakitte onarılıp beş vakitte padişahin ruhuna dua ederler. O zâviyeye "Geyikli Baba Tekkesi" derler." Devletin kuruluş hamurunda mayası bulunan tasavvuf erbabı ile Orhan Gazi'nin ilgi ve münasebetlerini anlatan Hammer, Orhan’ın bu konuda babasını örnek aldığını söyleyerek su şekilde fikrini beyan eder: Orhan, derviş Turum ile Kumral Abdal için tekke inşa eden babasına uyarak Geyikli Baba'ya uygun bir zâviye bina ettirdi. Pek çok ziyaretçisi bulunan bu zâviye, Uludağ’ın eteğinde ve şehrin doğu taraflarında idi. Adi geçen dağin yüksek bir yerinde ve Gökpınarı denilen yerde Doklu Baba’nın türbesi bulunur. şehrin kapılarında ve Uludağ’ın zirvesinden doğan Alışır Irmağı kenarında Horasan'da doğmuş olan derviş Abdal Murad'ın tekkesi, batıda ve Kaplıca yakınında Abdal Musa’nın tekke ve mezarı bulunmaktadır. Bu iki baba, Bursa muharebesinde iki Abdal veya iki aziz kişi ile Sultan Orhan'a refakat ederek, gerek duaları gerekse kerametleri ile neticenin kısa zamanda alınmasına vesile olmuşlardır. Bursa fatihi (Orhan Gazi), bu insanların civarlarında medyun bulundukları birçok zâviyenin insisiyle onlara karsı minnettarlığını ebedîleştirmiştir. Bu iki muttaki zatin (Geyikli ve Doklu Baba) isimleri, onların tabiat ve ahlâklarını çok güzel izah etmektedir. Bunlardan ilki geyiklerle birlikte yasadığı, diğerinin de sadece yoğurt yiyerek hayatini sürdürdüğünü göstermektedir. Rivayete göre Geyikli Baba muhasara ordusunun önünde elinde altmış okkalık bir kılıçla bir ceylana binmiş olarak hara etmiştir. Abdal Murad'ın, dört arşın uzunluğundaki ağaç kılıcından başka bir silahı olmadığı halde hayrete değer yiğitlikler gösterdiği de söylenir. Abdal Musa da pamuk ile ateş toplamıştır. Geyikli Baba Hoc’da doğmuş, Osman zamanında kerameti ile şöhret bulmuştu. Bu zat, daima tasavvufu vecd içinde yasar ve Uludağ’da ormanlar arasında geyiklerle birlikte günlerini geçirirmiş. Orhan çağırmadıkça oradan inmezmiş. Rivayete göre yine bir gün geyiğe binmiş ve omzunda bir çınar dalı bulunduğu halde sultanin sarayına gelir. Devletin bahtlılığına bir işaret ve belirti olmak üzere fidanı bahçeye diker. Osmanlı Devleti 'nin, bu ağaç gibi kök salarak dallarını uzaklara ulaştıracağını ve göklere kadar yükseleceğini söyler. Bu ve benzeri rivayetler, toplumun maşerî vicdanında bir karşılık (makas)bulmuş olacak ki, sosyal bir vak'a olarak günümüze kadar uzantısı devam etmektedir.
_y@gmur_- Yeni Üye
- Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 02/11/07
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz